Cengiz DAĞCI. Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1995. ISBN : 9754370680 Açıklama : 280 sayfa, 3. Hm. Kağıt ,12×19,5 cm , Karton Kapak. Kırım’daki çocukluk günlerinin saf ve canlı yansımaları… Uzak ve ıssız yerlerden geliyordu Kızıltaşlılar’ın ve Gurzuflular’ın boğuk ve derinden derine acı çığlıkları kulaklarıma. Onlara özgü gerçeği hayal gücüyle okura duyurabileceğime inanıyordum. Bundan da fazla onların sesleriyle benim için “ben varım soyundan ve bana güç verici bir yol açılıyordu ilerimde. Dışa kapalı bir yazar olamazdım artık. … İçime bir eziklik çöktü badem dallarına bakarken. Kasımın sonu yaklaşıyor. Yarın gökyüzü kararır, doğu yeli eser soğuk. Toprak donar. Eski kuyunun çevresindeki sular buz kesilir. Sonra kar yağar yeryüzüne lapa lapa. Karlara gömülür üzüm bağı ve yöresi. Biz, evlerimizde uyuruz. Ama evlerimiz tapınak içerisinde. Bilinmez. Yeşil üniformalılar tekme ve dipçikle kapılarımızı açarlar; gece demez, kış demez; bizi kamyonlara doldurup şehrin bir ucunda bekleyen, demirden sürgün trenlerimize götürürler. Kalır badem ağaçlarımız karlar altında. Kasımlar geçer, yeni Hıdrellezler gelir. Bademler çiçek açar. Yeni filizler fışkırır gövdeden. Ama kimse bakmaz, kimse anımsamaz badem ağaçlarını. Ben unutmayacağım ama sizi badem ağaçları! Ben usumda badem filizleriyle örülü bir çevre çizeceğim. 9. Baskı: Stok Kodu:9789754370683 Boyut:12×19,5 Sayfa Sayısı:272 Basım Yeri:İstanbul Baskı:9 Basım Tarihi:Haziran 2017 Resimleyen:Zafer Yılmaz Kapak Türü:Karton Kapak…
Cengiz DAĞCI. İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1988. 1.baskı ISBN : 9754370826 Açıklama : 503 sayfa. 3. Hm. Kağıt . 12×19,5 cm . Karton Kapak Ağır bir taş gibi oturdu Anneme Mektuplar yüreğimin üstüne yıllarca. Eserin yayınlanmış şekli elime geçince ruh dinginliği içinde buldum kendimi “taş âniden kaldırıldı, yara kapandı, ve üstüme hoş bir hafiflik kondu” Bugüne değin söylemek istediğim şeyleri “beni mutlandıran, beni üzen, beni ayakta tutan ve yaşamama yardım eden şeyleri- Anneme Mektuplar’da söyledim” Anneme Mektuplar’a döktüğüm sevgi ve heyecanı annem bana yirmi yıl içinde nasıl aşıladıysa, aynı sevgi ve heyecanı neredeyse kırkbeş yıl boyunca benden esirgemedi Regina. Sırf bu yüzden onun öğretmen Akimova’nın kişiliğinde kendini aramasını tabiî buluyorum. Ya Saf, ve Saf’ın annesinin kişiliklerinde kimler saklı? Edebiyat çevrelerinde çok tekrarlanan bir soru ve soruya ünlü bir cevap var: Flaubert’e, Madame Bovary kim? Diye sormuşlar; Flaubert de Madame Bovary beni’im diye cevaplamış soruyu. Şimdi ben kalkar da Anneme Mektuplar’ın Saf’ı (veya Topkayacı’sı) ben’im dersem, okur inanır mı acaba?..Oysa değilim O kişilikleri kendi ruhumda ve kendi içimde taşıdım uzun yıllar. Sonra başkalarının tanımaları gereğini duydum ve özledim, ve onları kendi ruhum ve dimağımdan çıkarıp okura sundum. Bu kadar. [C.Dağcı, Temmuz 1988] 6. Baskı 9789754370829 Ebat: 12×19,5 Sayfa Sayısı :440 Basım Yeri: İstanbul…
Cengiz DAĞCI. İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1998 ISBN : 978-975-437-280-8
Cengiz DAĞCI. İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2001 ISBN : 978-975-437-359-2 Açıklama : “Ana. Şaşma, ana diye sesleniyorum sana. Oysa hayat yolumun sonuna ulaştım. Yine de aynadan kendi yansıma her baktığımda kendimi senin küçük oğlun gibi görüyorum. Sen benim için anadan fazla bir yaratık mı oldun? Şiddetli rüzgarın bütün insanlarımızı yurdumuzun toprakları üstünden silip süpürdüğünden tam yirmi yıl sonra senin rahmetli olduğunu öğrendim. Mezarın var mı yok mu (varsa mezarın nerdedir) bilmiyorum.” (Kitabın İçinden)
İsa KOCAKAPLAN Damla, ISBN : 9753811853 Açıklama : 288 sf. 13,5×19,5 cm
Abdülvahap KARA . İstanbul: Ufuk Ötesi Yayınları, Kampta durum günden güne kötüleşiyordu. Esirlere bir hafta boyunca yiyecek hiçbir şey verilmedi. Her gün yüzden fazla esir açlık, susuzluk ve hastalıklardan ölüyordu. Bir sabah meydanın köşesindeki hoparlörden yemek verileceği ilan edildi. Ayrıca yemek dağıtımı sırasında intizam bozulduğu taktirde ateş açılacağı da ikaz edildi. Kuyruğa giren esirler, sıraları geldikçe, mutfaktan verilen elli gram ekmek ve yarım litre çorbayı alıyordu. Çorbaları konserve kutularına, kutuları olmayanlar ise şapkalarına doldurtuyorlardı. Kirovograd Esir Kampında geçen her ay bir asra bedeli. Burada yenen bir lokma ekmek, o kadar değerliydi ki neredeyse, dört başı mamur bayram sofrasına eşitti. Kamptaki eziyet ve sıkıntı onu o kadar sarsmıştı ki hayat bakışını dramatik bir biçimde değiştirmişti. O artık kentlerin insanlar için inşa edildiğine inanmıyordu, insanların da Tanrı tarafından yaratılmış olduklarından şüphe ediyordu. Kirovograd’da yalnız insanlar değil, güneşin ışığı, gecelerin karanlığı, yağan yağmur ve hatta kar bile bir başkaydı.